5. gün “kıçın dursun be kızım” 03.07.2012

Futbol sahasının kenarında sabah 7’de gece yattığım pozisyonda uyandım. Beni gören çadırdaki sivrisinekler bu “kıpır kıpır kıza ne oldu böyle?” dediler. Genç kız ishal olmuştu. Ama bu sonraki konu.

Ondan daha acil olan, kahvaltıyı edip 8 gibi yola çıktıktan sonra sele ile genital bölgenin aşk ve nefret arasındaki ilişkisine müdahale etmek durumunda kalmam oldu, çünkü artık acımaya başlamıştı. Her pedalda eziyet… Derken sinirlendim, sağa çektim. Bisikleti o sivrisineklerin yuva yaptığı pis su kanalına atasım geldi, sonra vazgeçtim, özür diledim. Sonra seleyi çıkarıp atayım dedim, yok o da akılsızca olurdu. Sonra annemi aradım.

-Anneeaaaüüee acıyo, dedim.

Korktu, tanıdık doktora gitti sordu. Sorarken doktordan şu cevabı umduğunu adım gibi biliyorum: “Aaa çok tehlikeli bir durum, hemen turu bırakıp Bolu’ya dönmesi lazım, böyle devam ederse çocuğu olmaz”. Ama doktor demiş ki “Hiç önemli bir durum yok, o acı baskıdan olur. Bir ağrı kesici içsin, seleyi daha rahat bir pozisyona getirsin ve turuna devam etsin” demiş. Kendimi vücudundaki en ufak gariplikte doktora koşanlardan hissettim. Ama yine de seleyi biraz indirmek bir kaç yüz kilometre sonra aklıma gelecekti. Sele baya yüksekti kilitli pedal ayakkabısı kullanmadan önce, şimdi hem yüksek hem pedallara ayaklarım zımbalı.

Küçük Ozan’da şaşkınlık içinde olan biteni izliyordu.

Sulak ovaların arasından geçip Venedik’e giderken kamyon yolunun asfaltı erimeye, nemli sıcak nefes aldırmamaya başlayınca benzincide durduk. Sabahtan beri 30km yapmıştık, karnımız acıktı. Dünden kalan 45 derecede haşlanmış beyaz peynirle soğan-domates soslu makarnalı nohut yaptık. Üstüne çocuk kola içti, ben de İtalyan kahvesiyle sigara içtim.

Tam tuvalete gidip yola çıkacakken çok pis ishal olduğumu gördüm. Çocukluk arkadaşım Esra ile ‘bok sarısı’ adını taktığımız o renkteki bok benden çıkmıştı. Zaten tam öğlen sıcağı, dedik 1-2 saat mola verelim. O sırada Kayhan’la İtalya’yı gezmekte olan Baran’la konuştuk. Venedik’te kamping alanı önerdi, şehrin çok nalet nemli sıcağı hususunda uyardı (naapabiliriz ki), Floransa’da diplerinin düştüğünü anlattı.

Bunlar olurken benzincide şu şarkı çalıyordu; 

Tur boyunca beklentileri düşük tutmanın ne kadar önemli olduğunu kendime sürekli söylediğim halde hem kendi performansım hem de şimdiye kadar gördüğüm yerler, hava sıcaklığı, sinekler… tam bir hayal kırıklığı oldu.

İshalim meğer güneş çarpması sonucu olmuş ki mide bulantısı da başladı. Benzicide 2 saat dinlendikten sonra, benzinci amca yanımıza geldi ve rotamızı değiştirmemizi tavsiye etti. Venedik’te havaalanına yakın kamping yerine dolanıp Lima yarımadasının ucuna, Adriatik denizi kıyısına kamp kurmaya karar verdik. Oradan Venedik’e vapurla geçiliyormuş ama önce bir günlük mola.

Yalnız yollar adeta ölü hayvan mezarlığı. Kirpi, yılan, kedi, köpek, tilki, kuş, kelebek ve patlamış oldukları için ne olduklarını anlayamadığım daha niceleri. Üzülmeyi geçtim, burnuma burnuma giriyor kokuları.

Ve günü mutlu bir kamp alanı ve 85km ile kapatıyoruz. Akşam üstü arayan kara Özgün kendi başına hala yollarda, bizim kampa ulaşmaya çalışıyor. O da gece 23:30’da Slovenya sınırından beri sürüp günü 175km ile kapattı. Güneş çarpmış yamulmuş şekilde şeffaf çadırımdan “ohaa” deyip hemen uyudum.

Bir de daha hiç lastik patlamadı, nazar deymesin.

This entry was posted in Tur 2012 and tagged . Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *