Kutná Hora

Prag’tan trenle 2-3 saatte ülkenin neredeyse her köşesine gitmek mümkün. Böyle olunca hafta sonları bir yer belirleyip bir gün gezmeye bir gün de bisikletle güzel yollardan geri dönmeye ayrılabilir aslında.

Bu hafta sonu, uzun zamandır merak ettiğimiz Kutná Hora’ya gitmeye karar verdik. Hava durumu, hafta sonu sıcaklığın 5-6 derece daha düşeceğini bildiriyordu ve geçen hafta başından beri bir tülü kurtulamadığım bir boğaz ağrısı ile uğraşıyordum. Cumartesi sabahı uyandığımda hava durumuna baktım; -13 derece gösteriyordu ama güneşliydi çok şükür!!

 

 

 

Bazı biletler sadece belirtilen saatlerdeki trenlerde geçerli, bazıları ise belirtilen tarihlerde –saat kısıtlaması olmaksızın- geçerli. 09:22 trenine binmeye karar verdik, evden çıktık ve metroyu kılpayı kaçırdık. Normalde 2-3 dakika olan bekleme süresi şimdi 6,5 dakika gösteriyordu. Treni kaçıracak mıydık acaba? Metroya bindik, tren istasyonunda indik. Çay aldık, peron numarasına baktık, koşmaya başladık, treni bulamadık, haliyle treni kaçırdık. Kahvaltı edip 10:04 trenine bindik. Bu sefer bizim yakışıklının da yol arkadaşı vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Prag – Kutná Hora arası trenle 1 saat sürüyor. Trenlerde bazen oturacak yer bulunamadığını duymuştum bir arkadaşımdan. Bu sefer bizim de başımıza geldi ve oturacak yer bulamadık. Mecburen arkaya doğru ilerledik sağlı sollu, nihayetinde son vagona kadar geldik. Burada epey boş yer vardı çünkü burası 1. sınıftı! O sırada kondüktör çıktı karşımıza. “Abi” dedim, “günahı neyse vereceğim, bize bir upgrade bir zahmet” dedim. “Adam başı 32 Koruna” dedi (4,5 TL), bastık parayı kapattık kompartmanı! Beni tek çek pampa!

 

 

 

 

 

 

 

1 sınıf olunca muamele de farklı oluyormuş, çay servisi kapımıza kadar geldi. Hahaha! 🙂

 

 

 

 

 

 

 

Merkez tren istasyonundan şehir merkezi yaklaşık 2,5 km. Yürümek istemezseniz yarım saatte bir kalkan otobüslere binebiliyorsunuz.

 

 

 

 

 

Kaldığımız otel -aşağıdaki tabelada göreceğiniz gibi- bisikletlilere sevgiyle karşılayan bir mekan 🙂 Bu sistemin adı Cyklisté Vitani’ymiş (Cyclists Welcome). Bu sertifikaya sahip olan işletmelerin (otel, restoran, kamping vb) bazı kriterleri karşılaması gerekiyormuş. Kaldığımız otel de sağolsun ben sormadan bisikleti koyacağım park yerine götürdü beni. Bisikleti kilitledik, odaya yerleştik, çıktık gezdik.

 

 

 

 

 

 

 

Kutná Hora bir dönem ülkenin -Prag’tan sonra- ikinci büyük şehriymiş ve eski zamanlardan beri (10.yy) burada gümüş madenciliği yapılıyormuş. Hatta o dönem burada epey bir para da basılmış. Bugün ise eski şehir merkezi ve şehirde bulunan “Church of the Assumption of Our Lady and Saint John the Baptist” kilisesi (isme gel) UNESCO dünya mirası listesinde. O kilise bu kilise:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve Kemikli Kilise (Kostnice Sedlec). Detayı için buraya ya da aşağıdaki notlara bakabilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Burası da St.Barbara Katedrali. İçi de dışı da epey bir güzel!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Neyse işte, burası güzel yer. Baharda falan daha da güzel olur, oturur bira neyim içersiniz, gezersiniz görürsünüz, daha çok acayip yerleri var ama biz de göremedik, g.tümüz dondu zaten. Ben daha fazla uzatmadan asıl konuya geçmek istiyorum müsadenizle.

Akşam yoğurdumu yiyip, gargaramı yapıp duamı ettim, Allah’ım dedim, yarın kalktığımda boğazım ağrımasın dedim. Sabah kalktım, baktım boğaz sağlam. Perdeyi araladım, uuuuuu…. Gece kar pis yağmış!

 

 

 

 

 

 

 

 

Kahvaltımı yaptım, eşyalarımı topladım, sevdiceğimi yolculadım, yola koyuldum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dakika bir, gol bir… Kilometre şeysi çalışmıyor! Sağdan aldım sol taktım, taktım çıkardım, olmadı birkaç kez vurdum, tık yok. Yapacak birşey yok tabi, hava zaten buz, bir tarafım donacak daha durursam. Yemişim dedim verisini, saat 9’a gelitordu bastım pedala. Şansa, yola yokuşla başladım. O çıkış beni güzel bir ısıttı. Bu arada, mevsimden olsa gerek şehirde pek insan göremedik (Ülker’in deyişiyle “humma kasabası”).

 

Yokuşu bitirince ağaçlı bir yola geldim, her yerden cıvıl cıvıl kuş sesleri işitiliyordu. İlk 15-20 dakika böyle tatlı tatlı geçti. Sonra yavaştan film değişmeye başladı 🙂

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(He, bu arada söylemeyi unuttum, ben bu yolu Google’dan bakıp işaretlemiştim. O yüzden neredeyse her sapakta durup telefona baktım. Yalnız offline maps harbiden güzel çalışıyor.)

Zemin gitgide daha da karla kaplanmaya başladı. Bir ara tereddüt ettiysem de bisikletin biraz kaymak dışında zorlanmadan ilerleyebildiğini görünce neşem tekrar yerine geldi. Hatta biraz böyle ilerledikten sonra iş epey eğlenceli bir hal almaya başladı. Kalın tekerlekler olsaydı muhtemelen müthiş olurdu. Daha önce hiç kar kaplı zeminde bisiklete binmemiştim, acayip zevkliymiş. SPD başta bir güvensizlik verdi ama alıştım ona da.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Burası bir göl:

 

 

 

 

 

 

 

 

Zaman geçtikçe ayaklarım üşümeye, paçalarım ve çoraplarım ıslanmaya başladı. En başta yapmam gereken hareketi yapmaya karar verdim… Bir samuray mı? Yoksa bir balerin mi?

 

 

 

 

 

 

 

Yollar kıvrıla kıvrıla uzamaya devam ediyordu.

 

 

 

 

 

 

Tarlaların arasından geçerken sürekli yaban tavşanları gördüm. Ne var ki ben onlara yaklaşamadan onlar çoktan kaçmış oluyorlardı, o yüzden fotoğraflarını çekemedim.

Bir noktadan sonra bu ”elmalı“ tabelalar görülmeye başladı. Ne anlama geldiğini bilmiyorum ama buralarda bağ yolları olduğunu okumuştum, belki bu da onun gibi birşeydir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Heryer kar altındaydı ve ara ara kar yağıyordu ama kuvvetli rüzgar olmadığı için olsa gerek yol boyunca pek üşümedim (ayaklarım hariç). Aşağıdaki fotoğrafı çektiğim noktaya kadar hep köy yollarından geldim. 5/10 dakikada bir bir araba ya geçiyordu ya geçmiyordu. Yollar çok sakin ve huzurluydu.  Bir kere düştüm, onda da ayaklarım pedala takılı kaldığı için kaskın üzerinde dönmeye çalışan biri gibi göründüm muhtemelen 🙂 🙂

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ancak buradan sonra yaklaşık bir 10-11 km boyunca anayoldan devam etmek zorundaydım ve yoldan geçen araçlar tüm karı, suyu ve çamuru emniyet şeridine savuruyorlardı. “Yağarsa yamur yağar, ben zaten ıslanmışım“

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlk anda “Bisiklet gider mi lan burada?!“ diye geçirdiysem de kara girmemle “Hee, iyiymiş“ demem bir oldu 🙂 Böyle böyle, ine çıka ilerledim. Arada bir kan şekerim düştü, tatlıyı tuzluyu çakıp devam ettim. Yalnız 10 dakikada bir kirpiklerimi ayırmam gerekiyordu, sürekli köşelerden yapışıyorlardı 🙂

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yoldan ayrılıp yine ara yollara girme vakti geldiğinde artık ayaklarım buz kesmiş haldeydi. Český Brod’a sapıp son düzlüğe girdim. Kısa süre içinde sıcak bir yer bulup doğru düzgün birşeyler yemeli ve biraz ısınmalıydım çünkü 3 saattir aralıksız bisikletin üzerindeydim. Soğuk olunca insanın inesi gelmiyor, hi hih hii 🙂

Bulduğum ilk açık restoranın önüne yanaştım. Bisikleti bağladım, ayağımdaki ne idüğü belirsiz şeyleri çıkardım ve içeri girdim. İlk bakışta bizdeki köy kahvelerini andırıyordu. İçeride 4-5 masaya yayılmış 7-8 müşteri vardı ve tümü erkekti. Avcılar lokaline benziyordu. Adamların bazıları sigara ve bira eşliğinde muhabbet ediyor, televizyondaki cross country yarışını izliyorlardı. İki tane garson kadın servis yapıyor ve anladığım kadarıyla mekanı çeviriyorlardı. Kadın masama gelip ne istediğimi sordu, İngilizce bilmiyordu. Neyse ki bildiğim 3-5 kelimeden biri çorba, ben ona “polévka“ deyince başladı sıralamaya 🙂 Aradan bir kelime yakalayıp tekrarladım: Kureči! (tavuk) Artık istemesem de tavuk çorbası içecektim…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çorba bitmeye yakın teyze bir daha geldi, “Başka birşey yir misin?“ diye sordu, yine bildiğim yerden cevaplayıp goulash istedim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İkisi için toplam 100 Koruna (14 TL) ödeyip çıktım (Prag’takinin yarı fiyatı).

Yemeğin üstüne su içeyim diye suluğa uzandım ki suluk buzluk olmuş. İçini boşaltığ heybeye attım. Neyse ki belimde iki tane ufak matara vardı, onlardan içip ayakları bantlayıp yola çıktım. (Bu modeller SPD uyumlu bu arada)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sonra yine güzellikler, kar ve daha çok kar…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve Prag Başkan’a girdik!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Donan göllerde buz pateni ve buz hokeyi en gözde sporlar arasında

 

 

 

 

 

 

Beleş tepelerde ise kızak, kayak ve snowboard revaçta, bizdeki halk plajı hesabı…

 

 

 

 

 

 

 

Bu da yolun sonunda ben (temsili)

 

 

 

 

 

 

 

Kutná Hora’nın haritadaki konumu (ülkenin tam ortası neredeyse)

Ve tabii ki gezi haritası ve hatırası

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kış, kar güzel de baharda buralar nasıl olur hayal bile edemiyorum. Hayatımda baharı hiç bu kadar heyecenla beklediğim hatırlamıyorum!

Ahoj!

About elyaf

genç nekrop
This entry was posted in Avrupa, Cek Cumhuriyeti, Gezi Yazıları. Bookmark the permalink.

2 Responses to Kutná Hora

  1. coskun OCAK. says:

    Canım evladım…Zor şartlarda–alternatifler oluşturarak…Yaptığın bisikletli gezi turunu hayretle izledim…Büyük bir inanç-cesaret ve mücadele azmi..Varolabilmenin coşkularıdır bunlar…Tekrardan tebrik ediyorum.Sağlıklı-başarılı geziler temennisiyle..Hep bir dahaki seferlere.Daha-daha iyi olman dileğimdir…Sevgilerimle.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *