cenabet

Günlerden bir iş günü. Havalar henüz serinlememiş ama sabahları 19 derece civarlarında sıcaklık. Hayatında dengeyi yakalama peşindeki bazı çalışanlar gibi ben de işe bisikletimle gitmeye yelteniyorum. Bundan bir önceki işimde de aynı sevdaya yakalanmış ama iş yeri Barbaros Yokuşu’nun tepesinde olunca egzoz dumanı içerisinde bu yokuşu çıkacağıma bir paket sigara içerim daha iyi deyip vazgeçmiştim. Şimdiki iş yerim Kefeliköy’de. Bilmeyenler için sahil şeridinde Tarabya’nın ilerisinde kalıyor diye açıklayayım. Kefeliköy bisikletle gitmeye uygun. Evden uzaklık yaklaşık 20 kilometre. Yol keyifli. E daha ne!
Mesai 8’de başlıyor. 7:40’da iş yerinde olup mümkün olduğunca elimi yüzümü temizlerim; 6:40’da evden çıksam yeter diye hesap yapıyorum.
İş kıyafetlerimi bisiklet heybeme tıkıştırmış, tatlı tatlı başlıyorum pedallamaya. Kuruçeşme’ye kadar trafiksiz caddelerin tadını çıkarıyorum. Dükkan açan esnafa selam vermeler… Keyfim yerinde. Kuruçeşme’de karşıdan esen rüzgarı hissediyorum. Challenge accepted! Bas gaza aşkım bas gaza!
Arnavutköy’den Bebek’e inen hafif yokuştan istediğim verimi alamayıp da pedallamaya devam etme ihtiyacı hissedince tadım kaçıyor az. Planladığım vakitte ofiste olmak için abanmaya başlıyorum. Yollar nispeten boş, sağımda deniz.. oh..

Kefeliköy’e yaklaştığımda iş yerimin olduğu “otoban”a girmeden ara sokaktan gitmek için geçebildiğim bir yerden yolun karşısına geçmeye karar veriyorum. 100 m gibi bir uzaklığı trafiğin tersine gitmem demek bu. Deniz kenarında balık tutan bir kaç kişi var, yol boş. Karşıya tin tin geçerken karşı yönden hızla gelen motoru fark ediyorum. Gök gürültüsü gibi ses çıkardığı için “enem hızlı geçem bu beni görmez” diye pedala abanıyorum ve hızımı alamayıp tekeri kaldırıma sürttürüyorum. Dengem kayboluyor, kendimi tatlı tatlı kaldırıma bırakıyorum.
Motor durmadan geçip gidiyor elbette. Ben de sallamadan ayağa kalkıp gidecekken balık tutanlardan biri “İyi misin?” diyor. “İyiyim ben ya dizimi sürttüm sadece.” deyip yırtık taytımı gösterip sırıtıp basıp gidiyorum.
Hedeflediğim gibi 7:40’ta ofisteyim. Gıcıklık olsun diye peyzajın ortasına bir ağaca kilitliyorum bisikleti. Ofise çıktığımda iş yetiştirmek için erken gelen bir arkadaşım günaydın diyor. Çantalarımı bırakıp kadınlar tuvaletine..
Yüzümü yıkadıktan sonra, dizimdeki sıyrığı yıkarken içerideki hatun tuvalete giriyor. “Aaa iyi misin? N’oldu? Düştün mü ya? Nasıl oldu?”
“Yeaa bir şey yok sürttürdüm sadece.”
“Temizleyelim mi? Yara bandın var mı?”
“Yeaa gerek yok zaten ufak. Ben giyineyim.”
Bi süre daha “Emin misin?”, “Ya valla bak iyiyim.” şeklinde mücadele ettikten sonra hatunu başımdan savıp giyinmeyi başarıyorum.
Bundan sonraki 10 saat bildiğin iş.
“Oh yeah vuhuu!” diye başlıyorum dönüş yoluna.
Tarabya’da tüm arabalar solumdan vızır vızır geçerken yine karşıdan esen rüzgara okkalı bi’ küfür sallıyorum. Sabahın o tatlılığından eser yok. Trafik leş. Kamyon bile var!
Kendimce kamyonlarla yarışarak Baltalimanı’na kadar geliyorum ama rüzgara karşı kasmaktan yorulmuşum zaten. Polisevinin oralarda tekerimin patladığını fark ediyorum.

Bundan bir kaç gün önce Beşiktaş’ta bisikleti kilitlediğim yerde sele altı çantam çalınmıştı. Ne yedek iç lastik ne yama seti.. Off mal mısın kızım yaa yedek iç lastik 5 lira mı ne! Patlayacağı varmış neyse..
Bisikleti bıraksam mı diye düşünürken, taksinin teki yavaşlıyor daha ben el etmeden.
“Bisikleti de alır mısın?”
“Nereye gidiyorsun? Bagaja sığar mı?”
“Ön tekeri çıkaracağım, sığdırırız.”
Bagaja sığdıramıyoruz ama ben adamın konuşmasına bile izin vermeden arka koltukların araya tıkıyorum bisikleti. Ön tekeri de atıyorum bagaja. Adam uyuz oldu. Koltuklar yağ oldu mu diye baktı.
Dolayısıyla ön koltukta yerimi alıyorum.
Normal bir günde taksiyle eve gittim tekeri yama yaptım diye bitirmem gerek hikayeyi ama bugün cenabet.
Ön koltukta oturunca taksiciler hep muhabbet açıyor zaten. Bisikletle başlıyoruz muhabbete, o da motor seviyor. İstanbul trafiğinde zor değil mi?
Sonra öğrencisin sanırım diye devam ediyor. Okul mokul, iş güç konuşuyoruz. Kaç para kazanıyorsun? Benim bir müşteri var bankacı, şu kadar kazanıyor ama haftada 80 saat çalışıyormuş. Vay anasını!.. Taksiciler de çok çalışıyor hayat boyu yapılacak iş değil yani. 30 saattir arabadayım inanır mısın?
Sonra memleket.. Aa benim bir arkadaş askerliğini orada yaptı.
En sonunda muhabbet İstanbul’daki hayatımızdan memnun olup olmamaya geliyor. Taksici Beşir benle ilgili tespitini dile getiriyor (bu sıralarda eve yaklaşmışız): “Sen iyisin yaa.. Keyif alıyorsun hayatından. Gitmezsin sen. Tutturmuşsun düzenini. Senle birgün bi rakı içelim ne dersin? Rakı-balık..”
Yan gözlen bakıyorum: N’oluyo la? Herif yazıyor mu hakikaten muhabbet mi etmek istiyor? E tabi ki yazıyor kızım saf mısın!
Adamı şaşırtıp “Tamam” diyorum. “Numaranı ver ben ararım seni.”
Eli ayağına dolaşıp telefonunu çıkarıyor. “Sen ver numaranı burada bekleme yapamazsın ben sonra çaldıracağım seni..” (o sırada arabalar kuyruk olmuş dat daat).
Numarasını bağırıyor bisikleti tıktığım yerden çıkarırken. Ben de ayarsızca ayı gibi kapattım bagajı.
Hadi bay.
Bisikletin tekerini olduğum yerde takıp tin tin eve doğru yolun karşısına geçiyorum.
“Çaldırmadın hala!” diye bir ses duydum arkama baktım: Bir tur atmış geri gelmiş Taksici Beşir ama trafikten duramayıp basıp gitti.
“He hee çaldıracam bi’ dur hele”

This entry was posted in yok. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *