Yükselmek İyidir

Gecenin bir yarısı neden gezi yazısı yazmaya kalkıştım, bilmiyorum. Sanırım pedalladığım günün ertesi gün işe girdiğim için gaza gelmiş bulunmaktayım. Dün Uludağ’da çam ağaçları arasında uzanıyordum, yarın şantiyede iş makineleri arasında gezineceğim. “Eee n’olmuş” diyeceksiniz ama ne bileyim, tuhaf geldi işte. Her neyse…

Bir süredir “Ne yapsam la ben? Nereye gitsem, ne bok yesem” diye geziniyordum. Aslında uzun bir süredir yüzleştiğim sıkıntılardan farklı bir durumun içinde değildim ama nedense kafa bırakıverdi kendini birden. Böyle bir… Bir çöküşe geçti. Bir götlük yaptı, anlamadım. Öyle olunca ben de “hop” dedim, “kafayı açmak lazım”. İlk başta üç günlük bir Marmara Turu yapmayı planlamıştım ama geçen hafta hava durumu şaibeliydi. Bu hafta da iş görüşmeleri üst üste gelince, bir gün olsun benim olsun deyip Uludağ’a çıkmaya karar verdim. Zaten Kartepe’ye çıktığımdan beri aklımın bir köşesindeydi Uludağ.

Salı akşamı eve geldiğimde keyfim yerindeydi. Dooş ve Aydın’la tırmanışa gittiydik o gün. “Sağ ile al”, ”sol ayağı çek”, “sarı bantlıları yapalım”, “şiştim ha” falan derken eğlenip oynaştıydık. Ayrılırken “pişmaniye alam mı la size” dedim. “He, al la” dediler. Ben de “tamam Perşembe salona getiririm” dedim. Dedikten hemen sonra, alışkanlık haline getirdiğimiz fındık-fıstık rezaletini bir üst boyuta taşıdığımız canlandı gözümde: Crash-padler üzerinde saçım saçım pişmaniye yiyen mağaracılar… Güle güle indim Kızıltoprak’a doğru ve Küçükyalı’ya devam ettim. Evde su mataramı, su çantamı doldurup, acil durum çikolatalarını ayarladım ve sırt çantamı hazırladım. Alet çantasını, lastikleri, frenleri vs. kontrol ettikten sonra gitmeye hazırdım. Biraz oyalanıp, müzik dinledikten sonra zıbardım.

Sabah yola çıktığımda gün daha yeni ağarıyordu. Hızlı feribotla Yalova’ya geçmek üzere 15,2 km’lik kısa bir yolculuk sonrası Pendik’e vardım ama varmaz olaydım: 15 TL yolcu ücreti + 5 TL bisiklet taşıma ücreti şeklinde toplam 20 TL bayıldım. “Bu ne lan, dönüşte net Topçular’dan döneceğim” diyerek, elimdeki yolcu bileti ve taşıma fişiyle birlikte, söve söve bindim feribota. Bisikleti kilitleyip, yolcu salonuna çıktım ve birazdan geride kalacak olan sahil yolunu karşıma alacak şekilde oturdum. Feribot kıyıdan uzaklaşmaya başladığı anda kafa da açılma sinyalleri vermeye başladı. Bir de kulakları dış ortama kapatıp, Pink Floyd’u açınca… Oh!.. Sankim beni…

Yalova’ya vardığımda vücudum istediğim kıvama gelmişti: Bacaklar arzulu, kafa kopuşa hazır! Benzincide lastiklere hava bastım. Matara ve su çantam zaten hazırdı. Toplam 2,5 litre sıvı üzerimdeydi. Hava çok sıcak olmadığı için beni 3-3,5 saat kadar rahatlıkla idare edecek bir sıvı miktarıydı bu. 1 paket Çizi ve bir kutu kolayı da yolculuk esnasında tüketmek üzere çantama ekledim ve Çekirge’ye doğru yol aldım. Soğucak , Esadiye derken ilk yükseltileri aştım. Bu arada Esadiye civarında yokuş çıkarken bir teyze bana “ah oğlum ah” diyerek acıdı. Ben de içimden “hoşuma gidiyor teyze”, dışımdan “iyi günler teyzecim” diyerek devam ettim. Orhangazi’ye doğru inişin başladığı bölüme geldim ve aşağıya salındım. Orhangazi’yi geçip, Gemlik civarına geldiğimde çiziyi ve kolayı püskürte püskürte tüketmeye başladım. Vücudum tuzu ve şekeri hunharca emerken, bacaklarım durumdan hoşlanmış bir halde mutlu mesut dönmeye devam ediyordu. Yolun ikinci yükseltili bölümü olan Kurtul-Dürdane bölümünü de aşıp Bursa’ya giriş yaptığımda Uludağ’a ezik ezik baktım. Bayağı bir heybetli duruyordu ama ben kendimi oraya çıkarken değil, oradan inerken hayal ederek, yolun 72,6 km’lik bu bölümünü tamamlayıp Çekirge’ye vardım. Şimdi hem yakıtsal hem de psikolojik bir desteğe ihtiyacım vardı çünkü inişin hazını maksimumda yaşamak için mola vermeden çıkmak istiyordum.

1 paket Çizi, 1 kutu kola, bir ufak su ve bir çikolata ile kendime geldikten sonra çişimi ettim ve yediklerimi biraz olsun hazmetmek ve dinlenmek için gebeşe koyuldum. Yarım saatlik bu molanın ardından su çantasını ve matarayı doldurup Uludağ’a doğru yükselmeye başladım. Toplamda ne kadar çıkacak olduğumu zaten biliyor olmama rağmen, Çekirge’den hemen birkaç kilometre sonra karşılaştığım “Uludağ 29” tabelası biraz sarstı ama “inişi düşün, inişi“ modunda devam ettim. Bir süre sonra yolda karşılaştığım çalı budayan amca da “Hade bakalım. Şimdi o sana biniyor, dönüşte de sen ona binersin” diyerek ek gaz ile beni motive etti. İlk bir saatin ardından, acil durum çikolatalarını her yarım saatte bir, yarım paket olacak şekilde tüketmeye başladım. Ben çikolataları somururken, bacaklarım da eş zamanlı beslenmenin sarhoşluğu içinde itaatkar bir üslupta pedallıyordu. Bir yerden sonra iyice uçuşa geçti kafa. Kendime geldiğimde “Uludağ – Rakım: 1865” tabelasını görerek şenlendim. 31,7 km’lik bu çıkışın çükülmüşlüğü içinde attım kendimi yolun kenarına. Az biraz uzanıp, gökyüzüne bakındım. Bilinçaltımda bekleyen her şeyden bağımsız bir halde, mutluydum. Leblebi, cevizli sucuk, meyve suyu ve sudan oluşan yatıştırıcı takviye sonrasında, yarım saatlik bu molayı da sonlandırıp etli-götlü bir ana öğün için Çekirge’ye doğru inişe geçtim. İşte buraları anlatamam, hissetiklerimi ifade edemem. Çok acayip, çok fena! Tam 45 dakika boyunca inmek… Sadece inmek… Çıkın ve inin lan, gerçekten anlatamayacağım.

32,8 km’lik yolculuk sonrası dürümcüdeydim. Hazım sıkıntısı olmaması için mantıklı davranmalıydım ama mümkün değildi: Bir adana dürüm, bir tavuk dürüm, bir ayran, iki şişe soda, bir şişe su! Bu sefer hazım için adam akıllı bekledim. Toplam 45 dakikalık bir mola oldu. Sonrasında Çekirge’den ayrıldım.

Dönerken Topçular’dan dönecek olduğum için yolum biraz daha uzun olacaktı. Yine su çantamı, mataramı fulleyip, çikolataları hazırladım ve 85,9 km’lik, sonlarına doğru tüm yediklerime rağmen depolarımın tükendiğini hissettiğim yolculuğu tamamlayarak Topçular’a vardım. Akbilimi basıp (3 TL) bisiklet ücreti ödemeden gişeden geçtim. “Ne güzel işte, budur doğrusu” diyerek büfelere yöneldim. Gezinin son ayağı olacak olan Eskihisar-Küçükyalı binişi için yine yakıta ihtiyacım vardı. Bu sefer de kaju, badem, çizi ve fanta ile beslendim. İnmeye yakın bir de çikolata patlattım. Artık son aşamaya gelmiştim.

Feribottan indiğimde, 36,1 km’lik bir yol vardı önümde. Neden bilmiyorum, Tuzla’dan sahile inmeyip, E-5’ten devam ettim. Çok keyifli bir yol olmadı haliyle ama Küçükyalı kavşağından girip, minibüs yoluna indiğimde yine bir keyif patlaması yaşadım. Eve vardığımda saat 22:30 civarıydı. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarmaya başladım direk. Sanki üstümde kalırlarsa pedal çevirmeye devam edecek, bir yerlere tırmanacak gibi hissediyordum. Aslında bacaklarımın durumu fena değildi ama eve gelmişim lan bir kere, niye öyle hissedeyim? Manyak mıyım? Soyundum attım ne varsa!

Sonuçta, Uludağ’a çıkmış ve toplamda 274,4 km olan yolculuğumu tamamlayarak eve dönmüştüm. Ev aynı evdi, yatak aynı yatak. Belki yarın uyandığımda her şey yine aynı olacaktı ama kafa daha bir açıktı sanki şimdi. En azından öyle hissediyordum.

Aamet

This entry was posted in Bizim Gezi Yazılarımız. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *