15. gün “Su içene yılan bile dokunmaz” 13.07.2012

Bugün gebeş günü. Şehir çok büyük olduğundan, yürüyerek gezmekten çok sıkıldığımdan ve hava çok sıcak olduğundan bisikletle çıkıp hızlıca tur atıp odaya döneceğim. Yükleri odaya koydum, kuş gibi hafif olacağım bugün. Bir espresso içip bisikleti çamaşırhaneden (hostel işletmecisinin tabiriyle “Reservation and Internet Point”) çıkardım. İlk önce ünlü çeşmeye gittim. Bütün gün salak turistik fotoğraflar çektim-çektirdim.

Dün teşhisi koymuştum, burası İstanbul’dan beter diye. Araba trafiğini geçtim, yüzlerce ara sokaktan fırlayan, kural tanımayan scooterlar var, bunları sürenlerin çoğu benim gibi turist. Bisiklet neredeyse hiç yok sokaklarda. Avrupa kafasını İstanbul kafasına çevirip yola çıktım. Özlemişim, çok zevk aldım. Yer yer yokuşlar, arnavut kaldırımı sokaklar, kornalar, arabaların motorunun sıcaklığı, egzoz gazları, milimle aralardan geçmeler derken 2 saatte neredeyse tüm turistik yerleri bitirdim.

Kafam rahat eve dönerken park yeri olan yan yola girdim, hazır boşken su içeyim dedim. Sonra arkamdan bir arabanın yaklaştığını farkettim. Yaklaştı ve bana çarptı. Su içerken araba çarptı evet. Düştüm, bisiklet bir yerde ben sıcak asfaltın üstündeyim. Bu sıcaklık dışında bir acı hissetmedim ama kalkamadım o an, yol boşken acele de etmedim kalkmak için. Önce bir şoku atlatayım da… Adam arabadan inip yanıma koştu ve hemen söylenmeye başladı: “Ya işte biraz yer verseydin olmayacaktı böyle, azıcık bi sürttü araba sen de hemen panik yapıp kendini yerlere attın…”

“Sus” dedim, yavaşça kalktım. Bir yerimde bir şey yok gibi görünüyordu. Adam suratımın bembeyaz olduğunu söyledi, sonra o da çok korktu. E dedim, çok korktum ondandır, su içe içe yolun ortasından gidiyordum, kim dedi sana gel çarp diye?. Adam panik oldu, iyi misin, bisikletinde bir şey var mı demeye başladı. “Bir şeyim yok, sen yeter ki sus”.

Tamam arabayı park edip geliyorum dedi. O sırada şehrin dört bir yanına dağılan suluklarımı topladım. Elime, koluma, bacağıma baktım. Ayak bileğimin derisi yüzülmüş, sarı su akıyordu. Sıcak asfalta sürtünce olmuş demek ki. Bisikleti ters çevirdim, yerinden çıkan zinciri taktım, jant, vites kontrolü yaptım. Herşey normal gözüküyordu. Adam geldi, tamam dedim sıkıntı yok. Yaka kartında “FBI” gibi, polis gibi, özel gibi bir şeyler yazıyordu., yıldızlar falan vardı. Arabada birşey var mı dedim, ya arabayı siktiret araba şirketin dedi, numaramı vereyim bi sıkıntı olursa ara. Yok dedim, sen bi sırtımı kontrol eder misin? Dedi tişörtün pislenmiş şuralar hep simsiyah, başka bir şey yok, dedim o pisti zaten.

Bacaklarıma baktı, morluklar benim yüzümden mi oldu dedi. Yok dedim onlar vardı. Eeeeh o zaman senin birşeyin yok, koç gibisin, hadi eyvallah dedi, tokalaşıp gitti. Hostele yakın bir yerlerdeydim. Bindim bisiklete, belim ağrıyordu. 2 disk fren de ötmeye başladı. Sanırım diskler yamulmuştu ama zaten yorgun ve şaşkın olduğumdan frenler sürte sürte döndüm.

Biraz uyudum, uyandığımda Ashley gelmişti. Hemen konuşmaya başladım. Onun ve benim yatağımın dışında bir de çift kişilik yatak vardı odada. Orada yatacak olan çiftin psikolojisi ve bizim psikolojimiz hakkında konuştuk. Ünlü çeşmenin ilkokul seviyesinde resmedilmiş halini boyamışlar duvara, ona baktık. Sonra odaya bir yatak daha getirdiler, Ashley’nin yatağı artık bir ranza oldu. “Şuradan bi kurtulayım, artık bana hiçbir şey koymaz” dedi Ashley. Hostelcileri çekiştirdik, uyuduk.

This entry was posted in Tur 2012. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *