Auckland’ın Doğu Kıyıları

İstanbul’lu bir pedalbasıcı olarak 1 Ağustos itibariyle taşındığımız dünyanın öbür ucundaki bu güzide şehrimizde bisiklet ana ulaşım aracımız oldu desek yeridir.

Bizim mahallenin aşağısı Orakei tarafından sahil yolu. Kaldırım yayalar ve bisikletliler için ikiye bölünmüş. Basmak isteyen yoldan gidiyor.

İstanbul’da yaşarken Kilyos’ta oturuyorduk. İşim ise Beylikdüzü’ndeydi, gidiş geliş 130 km. Heyecan stres az gelmiş olacak ki tam ters yönde biraz da köprü geçeyim diyerek, daha sonra Ümraniye’de bir süre çalıştım, bu da gidiş geliş 100 km yol, fakat köprü geçtiğimiz için ekstra hardcore. E tabi böyle bir yaşam mücadelesinden sonra bir uçtan öbür uca 20-25 km’den ibaret olan Auckland şehri bünyede masaj salonu etkisi yaptı. İşe bisikletle gidip gelme hayalimi de hayata geçirmiş oldum. Yani hayat burada da kolay değil, eşşek gibi çalışıyoruz neticede gene. Ama en azından işten çıkınca dev gibi ağaçların arasından mis gibi yoldan, iki nefes alıyoruz, içimiz açılıyor, 15 dakikada evimize varıyoruz.

İnsanlar burada genellikle Auckland’ın bisiklet dostu olmadığını iddia ediyor.

Şehrin doğu tarafında sırasıyla 1. plaj olan Okahu Bay.

Sebeplerinden biri şehrin 54 adet ufak volkanın üzerine kurulu oluşu. Bol miktarda iniş çıkış mevcut, tamam bu bize koymaz, İstanbul çocuğuyuz, fitesli bisikletimiz var. Bir diğer sebep de gün içinde 10 kere yağmur yağıp sonra güneş açıp sonra tekrar yağmur yağma olasılığı yaz kış mevcut. Bunu da çantamızda bir adet yağmurluk ve su geçirmez ayakkabılarla bertaraf ediyoruz. Sonuç olarak henüz üzerime süren, kornaya basan, sigara atan falan olmadı. Bölük pörçük de olsa şehirde bisiklet yolları mevcut, tüm trafik ışıklarında en önde yeşil bisiklet bölgeleri var. Yani aralardan sıyrılıp kırmızıda en önde sen duruyorsun, önce sen kalkıyorsun ve arkadan kimse seni ezmeye çalışmıyor 😀 E biz alışmışız tabi ürkek ceylan gibi kullanıyoruz, öyle olunca bana sorarsanız oldukça bisiklet dostu bir şehir diyebilirim. İlk bir hafta alışana kadar tek dikkat etmeniz gereken ters trafikte kullandığınızı unutmayıp, karşıdan gelen arabanın altına girmemek.

İkinci plajımız Mission Bay.

Bu seferki konumuz şehrin doğu kıyıları. Ya güzel şehir. Elini uzatıyosun hop diye kumsaldasın. Şehrin doğu tarafında gizli saklı koyları saymazsak dört adet ana plaj var. Okahu, Mission Bay, Kohimarama ve St Heliers plajları. Dikkat ederseniz bazı isimler Maori’ce. Yani buranın yerli halkı şu haka dansı meşhur Maoriler. Birçok sokak ve bölgede, parklarda, okullarda Maori isimlerine sadık kalınmış. Devletin yayınladığı her türlü döküman çift dilli. Neyse Mission Bay bunlardan en popüler olanı.

Mission Bay

Yolun bir tarafı park plaj, öbür tarafı cafeler, restaurantlar. Ötesi zengin mahallesi, şahane evler var falan, öyle bi yer. Diğer plajların da aşağı kalır yanı yok. Bir defa her parkta ücretsiz tuvalet mevcut, tuvaletinizi yapmak için cami aramak zorunda değilsiniz. Adım başı su sebilleri mevcut. Arabayı dayayıp bidonlara su doldurduğumuz sebillerden değil ama, düğmesine basınca yukarıya su fışkırtan ufak sebillerden.

Hayrat Çanakkale’de ölen bir ANZAC askerinin anısına adanmış.

Dahası parklarda elektrikli mangallar var! Onlar da ücretsiz. Düğmesine basıyorsun yarım saat ısınıyor, cız bız takılıyorsun, temizleyip bırakıyorsun.

Maoriler o açıdan Türklere çok benziyor. Beyaz adam daha bireysel takılırken Maoriler kalabalık gruplar ve aileler halinde parklarda bahçelerde gönlünce eğleniyor yiyor içiyor, voleybol rugby allah ne verdiyse oynuyor. Mangalların başında öbek öbek toplanmış Maorilere rastlamak mümkün.

En doğudaki plaj olan St. Heliers Bay’den sonra Şehrin doğu kıyısını çevreleyen falezlere doğru tırmanılıyor. Falezlerin arasından Karaka Bay denen saklı cennet diyebileceğimiz ufak bir kumsala iniliyor.

Karaka Bay’in muhteşem evleri. Böyle yerde yaşayayım, varsın tsunami alsın canımı..

Araba yolu yok, sadece ufak bir patika ile ulaşılıyor ve aşağıda evler var. Bu evleri zamanında nasıl yapmışlar bilmiyorum ama tüm plajların ve sulak alanların rezerv bölgesi ve koruma altında olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Yani şehir çepeçevre doğal koruma altında. Her yer rezerv alanı her yer park.

Tabi bu kiwilerin de aslında doğa koruma açısından sicilleri karanlık. 1800’lü yılların başında ilk göçmenlerin bu topraklara gelme amacı tamamen kereste ticareti ve ormanları sömürmek üzerine. Esasen Maoriler Avustralya’daki Aborjinler gibi naif tipler değil, savaşçı kabileler. Yer yer beyaz adama direnseler de açgözlülük üstün gelmiş.

Falezlerin tepesinden doğuya bakış

Kabileler kendi aralarındaki iktidar savaşlarında birbirlerine üstünlük sağlayabilmek için beyaz adamın getirdiği silah, barut gibi nimetlerin karşılığında kendi bölgelerinde orman katliamına yardımcı olmuş, kah toprak satmış, kah kiralamışlar. Neden sonra bakmışlar ki beyaz adam yıldızlardan çok gelmiş, ülkenin anasını bellemiş. Bu şekilde kuzey adasındaki doğal Kauri ormanlarının %90’ı yok edilmiş. Maoriler kutsal saydıkları NZ’nin endemik türü olan binlerce yıllık dev kauri ağaçlarını bir bir devirmişler. 1910’dan sonra kiwiler ormanların kökünü kurutunca kerestecilik cazibesini yitirmiş, yerini tarım ve hayvancılığa bırakmış. Başka geçim kaynağı olmayan orman işçileri de bilin bakalım soluğu nerede almış?

Savaşların yarattığı aidiyet duygusu ve toplum bilinci..

İşte ANZAC’ların yani Australia New Zealand Army Corps, NZ tarafının Çanakkale macerası böyle başlıyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında ANZAC’ların yaşadığı kader ortaklığı birden ülkede sömürgecilikten sıyrılıp, toplum bilinci oluşmasına sebep oluyor. Bu kez kendi içine düştükleri, sömürdükleri topraklardan bir cennet yaratıyorlar, yarattıkları cenneti de her şekilde koruma altına alıyorlar. Darısı

Roberta Rezerv, koruma altındaki kumsallardan biri.

başımıza ne diyelim, belki yüz yıl sonra İstanbul’un kuzey ormanlarına yaptıklarımızı da bir şekilde telafi ederiz, kim bilir.

Doğuya doğru ilerledikçe koruma alanları artıyor. Roberta Rezerv ve Tahuna Torea Reserv şehrin doğu ucu diyebiliriz. Burası bir lagün olup önemli bir kuş barınma noktasıymış. Öyle ki köpek, hatta bisiklet sokmak bile yasakmış. Ben sonradan farkettim ki fotolara bakarken bisiklet yasakmış meğer. Tahuna Torea Reserv ahşap yürüyüş yolları, plajları, kuş gözleme noktaları, oturma yerleriyle dev gibi bir park.

Ronald Lockley köşesi..

Burayı oluşturan naturalist Ronald Lockley anısına bir oturma köşesi koymayı da ihmal etmemişler.

Daha fazla uzatmadan kalan fotoları koyalım.

memo.

Kuş gözlem noktaları..

Kuşları rahatsız etmeyin uyarısı..

 

This entry was posted in Gezi Yazıları, Yeni Zelanda and tagged , . Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *